KASAS 23 / 28 |
|
23.
Medyen suyuna varınca üst tarafında (davarlarını) sulayan bir grub insan buldu.
Onların gerisinde ise karışmasın diye (koyunlarını) kollayan iki hanım buldu.
"Haliniz nedir?" dedi. "Çobanlar gidinceye kadar biz sulamayız.
Babamız ise çok yaşlı bir ihtiyardır" dediler.
24.
Nihayet onların yerine davarlarını suladıktan sonra bir gölgeye varıp:
"Rabbim, doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım" dedi.
25.
Sonra onlardan birisi utana utana yürüyerek ona gelip: "Bize suladığının
ücretini sana vermek üzere babam seni çağırıyor" dedi. Onun yanına gelip
kıssayı ona anlatınca: "Korkma! O zalimler topluluğundan kurtuldun"
dedi.
26.
İkisinden biri dedi ki: "Babacığım, onu ücretle tut. Çünkü senin ücretle
tuttuklarının en iyisi, kudretli ve emin bir kişidir."
27. Dedi
ki: "Sekiz yıl bana hizmet etmen üzere bu iki kızımdan birini sana nikah
edeyim istiyorum. Eğer ona tamamlarsan o senin bir lütfun olur. Bununla beraber
sana zorluk çektirmek de istemem. İnşaallah beni iyilerden bulacaksın."
28. Dedi
ki: "Bu seninle benim aramdadır. İki vadeden hangisini bitirirsem aleyhime
bir düşmanlık olmasın. Allah da bu söylediğimize vekildir."
Bu buyruklara dair
açıklamalarımızı yirmidört (23) başlık halinde sunacağız:
1- Medyen Suyunun Başında:
2- Bir Peygamber Kızlarının Koyun
Sulamasına Nasıl izin Verebilir?
3- Allah'a Muhtaç Oluş:
4- Hayalı Kadın ve Emin Erkek:
5- icare Akdi Toplumsal Hayatın Bir
Zorunluluğudur:
6- Velinin, Kızı ile Evlenilmesini
Teklif Etmesi:
7- Velayet Altındaki Kızı Evlendirme
Hakkı Velisine Aittir:
8- Babanın Bakire Kızını Evlendirme
Yetkisi:
9- Nikah Akdinde Kullanılabilecek
Lafızlar:
10- Şuayb (a.s.)'ın Yaptığı Teklif
miydi? Yoksa Akit miydi?:
11- Nikah ile ilgili Dört Husus:
12- icare ve Nikah Akitleri Bir Arada
Yapılabilir mi?:
13- Akitlerde Zikredilmesi Gereken
Hususlar ile Zikredilmesi Zorunlu Olmayan Hususlar:
14- Çobanlık için icare Akdinde
Belirtilmesi Gereken Hususlar:
15- Sürüden Telef Olursa, Çoban
Tazminat Öder mi?:
16- Çoban Sürüdeki Koyunlara Koç
Katarsa:
17- Musa (a.s)'ın Aldığı ücret:
18- Bilinmeyen Bedel Karşılığında icare:
19- Nikahta Kefaet (Denklik).'
20- Veli Mehirden Ayrı Olarak Kendisi
Adına Mali Bir Ödeme isteyebilir mi?:
21- Akitte İttifakla Kabul Edilen
Şartlarla isteğe Bağlı Şartlar:
22- Hz. Musa'nın Şartları Kabulü ve
Yüce Allah'ın Şahit Tutulması:
23- Nikahta Şahit Tutmanın Hükmü:
1- Medyen Suyunun
Başında:
"Medyen suyuna
varınca" yani Müsa (a.s) Medyen suyuna varıncaya kadar yürüdü. Onun suya
varışı, oraya ulaşması demektir, içine girdiği anlamını taşımaz. (...):
Ulaşmak: Bazen gidilen varılan yere girmek anlamını da ifade eder. Bazan içine
girilmese dahi oraya muttali olmak ve oraya ulaşmak anlamına da gelir. Müsa'nın
bu suya ulaşması ona varmasından ibaretti. Şair Züheyr'in şu beyitinde de bu
anlamda kullanılmıştır: "Derin yerleri mavimtırak olan o suya
vardıklarında, Çadırını kurmuş ikamet eden kimse gibi bastonlarını
bıraktılar,"
Yine bu anlamdaki
açıklamalar daha önce Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki aranızda oraya
uğramayacak hiç kimse yoktur.'' (Meryem, 71) buyruğu açıklanırken geçmiş
bulunmaktadır.
"Medyen"
munsarıf değildir, çünkü o bilinen bir şehirdir. Şair de şöyle demektedir:
"Medyen rahipleri görseler seni, inerler, Genç ve yaşlı ceylanlar dahi
dağların tepelerinden."
Medyen'in, İbrahim oğlu
Medyen'in soyundan gelen bir kabile olduğu da söylenmiştir. Buna dair
açıklamalar da daha önceden el-A'raf Süresi'nde (85. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır.
ümmet (mealde: bir grup
insan); büyük topluluk demektir. O, davarlarını "Sulayan" bir
topluluk görmüştü.
"Onların gerisinde
ise" onun geldiği tarafta ... anlamındadır. Yani o topluluğun yanına
varmadan önce bu iki hanımın yanına varmış ve bunların davarlarını alıkoymakta
olduklarını görmüştü. Peygamber (s.a.v.)'ın şu buyruğunda da bu kökten gelen
lafız şöylece kullanılmıştır: "Gerçekten bir takım insanlar benim
Havzımdan uzaklaştırılacaklardır...''
Bazı Mushaflarda
"Kollayan ve alıkoyan iki hanım" şeklindedir. "Alıkoydu,
alıkoyar" demektir, (...) Bir şeyi engelledim, alıkoydum demektir. Şair de
şöyle demektedir: "Kafiyeler kapısında geceyi geçiririm sanki ben, Onlarla
yabani ve yabancı bir sürüyü alıkoyar (engeller) gibiyim."
"Alıkoyan,
kollayan"ın kovan, uzaklaştıran anlamında olduğu da söylenmiştir. Şair
şöyle demektedir: "Temimoğulları senin asanı almış bulunuyor, Sen hangi asa
ile kovacağını bilemiyorsun." Yani
kovacağını, engelleyeceğini, alıkoyacağını.
İbn Selam dedi ki:
Başkalarının koyunlarıyla karışmasın diye koyunlarını engelleyen, alıkoyan
demektir. Burada ya muhataba durumu hissettirmek için ya da bildiği için gerek görülmediğinden
meful hazfedilmiştir.
İbn Abbas dedi ki:
Güçlü, kuvvetli sulayıcılardan korktukları için da varlarını suya gitmekten
alıkoymaya çalışıyorlardı. Katade dedi ki: Bu onlar sair insanları koyunlarına
karışmaktan alıkoyuyorlardı demektir. en-Nehhas dedi ki: Ancak birinci anlam
daha uygundur, çünkü bundan sonra: gidinceye kadar biz sulamayız" buyruğu
gelmektedir. Eğer onlar insanların koyunlarına karışmalarını engellemeye
çalışıyor olsalardı, sulamalarını geciktirme sebebini çobanların gitmesine
bağlamazlardı. Musa (a.s) onların bu hallerini görünce, onlara: "Haliniz
nedir?" yani bu durumunuz niye diye sormuştu. Şair Ru'be (hal anlamındaki
hatb kelimesini kullanarak) şöyle demektedir: "Onun hali ile benim halime
şaşılır doğrusu"
İbn Atiyye dedi ki:
"Hatb; hal" kullanılarak soru sorulması, musibete uğrayan yahut bir
zulme maruz kalan, yahut kendisine şefkat duyulan ya da uygun olmayan bir iş
yapan kimseler hakkında söz konusu idi. Kısacası bu kelime genelde kötü haller
ile ilgili sorularda kullanılırdı. İki hanım da ona durumlarını bildirdiler.
Babalarının yaşlı bir adam olduğunu söylediler. Yani zayıf ve güçsüz olduğundan
dolayı koyunlarını bizzat sulayamıyordu, kendileri ise zayıf olduklarından
güçleri de yetmediğinden güçlü, kuvvetli çobanlar ile bir arada
bulunamıyorlardı. Diğer taraftan onların adeti, insanlar sulamalarını bitirip,
gidinceye kadar davarlarını sulamayı geciktirmek idi. Herkes gittikten sonra o
vakit kendileri davarlarını sulamaya koyulurlardı.
İbn Amir ve Ebu Amr;
"Gidinceye" diye (...)'den gelen muzari bir fiil olarak okumuşlardır.
Bu da; "(suya) geldi" lafzının zıttıdır. Çobanlar dönünceye kadar...
demektir. Diğerleri ise "ya" harfini ötreli olarak; (...)'ın muzari
fiili olarak okumuşlardır. Bu da, onlar su içirmeye getirdikleri davarlarını
geri götürünceye kadar... demek olur. "Çobanlar" da (...)'in
çoğuludur, tıpkı "Tacir"in çoğulunun; "Tacirler" diye;
"Sahip" kelimesinin çoğulunun da; "Sahipler" diye gelmesi
gibi.
Bir kesim dedi ki:
Kuyular o zaman üstü açık idi. İnsanların kuyuların başında kalabalık yapmaları
da onların yaklaşmalarına engel oluyordu. Müsa onlara koyunlarını sulamak
isteyince, diğer insanlar arasına girdi ve onlardan önce sulama işini
gerçekleştirdi. İşte onun diğerlerine baskın çıkması dolayısı ile hanımlardan
birisi onu güçlü, kuvvetli olmakla nitelendirdi.
Bir kesim de şöyle
demektedir: Bu hanımlar sarnıçlarda artan sularla koyunlarını sularlardı. Eğer
havuzlarda bir şeyler kalmışsa bu suyu koyunlarına içirirlerdi, bir şey
kalmamış ise koyunları susuz kalırdı. Müsa onların hallerine acıdı, üstü kapalı
bir kuyuya gitti. Diğer insanlar ise başka kuyulardan koyunlarını sulamaktaydı.
Bu kuyunun üzerindeki taşı İbn Zeyd'e göre ancak yedi, İbn Cüreyc'e göre on,
İbn Abbas'a göre otuz ve ez-Zeccac'a göre ancak kırk kişi kaldırabiliyordu. Bu
taşı kendisi tek başına kaldırdı ve hanımların davarlarını suladı. İşte bu koca
kaya parçasını kaldırdığından dolayı o hanımlardan birisi onu güçlü kuvvetli
olmakla nitelendirdi.
Bir başka görüşe göre
hepsinin kuyuları bir idi. O diğer sulayıcıların ayrılmasından sonra kuyunun
ağzındaki taşı kaldırdı. Çünkü o iki hanımın adeti artan sularla davarlarını
sulamaktı. Amr b. Meymun, Ömer b. el-Hattab' dan şöyle dediğini rivayet eder:
Çobanlar sularını aldıktan sonra kuyuyu on adamın kaldırabileceği bir kaya
parçası ile örttüler. Müsa (a.s) gelip o taşı kaldırdı ve tek bir kova su
çekti. İkinci bir kova su çekmeye de ihtiyaç duymadı. Bu suyla da koyunlarını
suladı.
2- Bir Peygamber
Kızlarının Koyun Sulamasına Nasıl izin Verebilir?
Şayet: Şuayb (a.s.) gibi
bir peygamber kızlarının davarları sulamalarını nasıl uygun buldu, diye
sorulacak olursa, şöyle cevap verilir: Böyle bir şey haram değildir, din de
böyle bir şeyi reddetmez. Mertlik duygularına gelince, insanlar bu hususta farklı
farklıdırlar. Bu konuda adetler arasında da farklılık vardır. Bu hususta
Arapların durumu ile Arap olmayanların durumu arasında değişiklik vardır. Çölde
yaşayanların bu hususta tutturdukları yol ile şehirde yaşayanların yolu
ayrıdır. Özellikle durum bir zaruret hali olursa.
3- Allah'a Muhtaç
Oluş:
Yüce Allah'ın:
"Sonra bir gölgeye varıp" İbn Mes'ud'a göre bir Arabistan kirazı
ağacı gölgesine varıp, Yüce Allah'tan umduğu şeyleri dilemeye koyularak:
"Rabbim, doğrusu bana indireceğin hayıra muhtacım, dedi." Yedi gündür
hiçbir yemeğin tadına bakmamıştı, karnı sırtına yapışmıştı. Duaya kalkışmakla
birlikte açıkça bir talepte bulunmadı. Bütün müfessirlerin bu şekilde rivayet
ettiklerine göre o bu sözleriyle Allah'tan yiyecek bir şeyler istemişti. Çünkü
"hayır" şu ayet-i kerimede olduğu gibi yemek manasına da gelir. Yüce
Allah'ın: "Eğer bir hayır bırakacak olursa" (el-Bakara, 180) buyruğu
ile: "Ve gerçekten o hayır (mal) sevgisinde pek katıdır" (el-Adiyat,
8) buyruklarında olduğu gibi mal anlamında: "Bunlar mı hayırlıdır, yoksa
rubba' kavmi mi?" (ed-Duhan, 37) buyruğunda olduğu gibi güç manasına:
"Ve Biz, onlara hayırlar işlemelerini vahyettik" (el-Enbiya, 73)
buyruğunda olduğu gibi ibadet manasına gelebilir.
İbn Abbas dedi ki:
Oldukça acıkmıştı, hep yeşillikler, sebzeler yediği için adeta rengi yeşile
çalmaya başlamıştı. Halbuki o Yüce Allah nezdinde insanların en değerlisi idi.
Rivayet edildiğine göre ayaklarının alt tarafı soyulmadan Medyen'e
ulaşamamıştı. İşte bu hususlar dünyanın Yüce Allah nezdinde çok önemsiz
olduğunu ortaya koymaktadır.
Ebu Bekr b. Tahir Yüce
Allah'ın: "Rabbim, doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım" buyruğu
hakkında dedi ki: Yani Senin dışında kalan varlıklara muhtaç etmeyecek şekilde
Senin lütfuna ve Senin zengin kılmana ihtiyacım var.
Derim ki: Tefsir
alimlerinin sözünü ettikleri açıklamalar daha uygundur.
Yüce Allah onu Şuayb
vasıtası ile ihtiyaçtan kurtarmıştı.
4- Hayalı Kadın ve
Emin Erkek:
Yüce Allah'ın:
"Sonra onlardan birisi utana utana yürüyerek ona gelip ... "
buyruğunda, bu açık ifadelerin delalet ettiği bir ihtisar vardır. İbn Abbas
bunu şöylece takdir etmiştir: Bu iki kız babalarına hızlıca gittiler. Halbuki
sulamadan geç gelmek adetleri idi. Babalarına kendileri için davarlarını sulayan
adamın yaptıklarını anlattılar. O da kızlarından büyük olanına -küçük olanına
da söylenmiştir- gidip kendisini yanına çağırmasını emretti. Bu ayet-i kerimede
belirtildiği üzere ona geldi ...
Amr b. Meymun dedi ki:
Bu kız erkeklere karşı gelişi güzel davranan, çokça heryere girip çıkan birisi
değildi. Yüzünü gömleğinin yeni ile örterek geldi, diye de söylenmiştir ki,
bunu da Ömer b. el-Hattab söylemiştir.
Rivayete göre bu
kızlardan birisinin adı Leyya, diğerinin adı Safuriya olup, babalarının adı da
Yesrun idi. Yesrun ise Şuayb (a.s)'ın kendisidir. Şuayb'ın kardeşinin oğlunun
adı olduğu ve Şuayb'ın da daha önceden ölmüş olduğu da söylenmiştir. Ancak
çoğunluk bunların Şuayb (a.s)'ın kızları olduğunu kabul etmektedir. Kur'an'ın
zahirinden anlaşılan da odur. Çünkü Yüce Allah: "Medyen'e de kardeşleri
Şuayb'ı (peygamber gönderdik)" (el-A'raf, 5) diye buyurmaktadır. el-A'raf
Suresi'nde böyle buyurulduğu gibi, eş-Şuara Suresi'nde de şöyle
buyurulmaktadır: "A.shabu'l-Eyke peygamberleri yalanladılar. Hani Şuayb
onlara ... demişti." (eş-Şuara, 176-177) Katade dedi ki: Yüce Allah
Şuayb'ı Ashabu'l-Eyke ile Medyenlilere peygamber olarak gönderdi. Babasının adı
ile ilgili görüş ayrılıkları el-A'raf Suresi'nde (belirtilen yerde) geçmiş
bulunmaktadır.
Rivayete göre Musa (a.s)'a,
Şuayb (a.s)'ın kızı haberi getirince, kalkıp onun arkasından yürüdü. Musa
(a.s)'ın bulunduğu yer ile babasının bulunduğu yer arasında üç millik bir
mesafe vardı. Esen bir rüzgar üzerindeki elbiseyi vücuduna yapıştırdı ve
vücudunun hatlarını gösterdi. Musa ona bakmaktan çekinerek: Sen arkama geç ve
sesinle bana yolu göster, dedi. Bir diğer görüşe göre Musa (a.s) baştan beri:
Benim arkamdan gel, çünkü ben İbrani bir adamım, hanımlara arkadan bakmam ve
yolun sağına mı soluna mı gidileceğini sen bana söyle, dedi. İşte kızın Musa
(a.s) hakkında emin olduğunu söylemesine sebeb budur. Bu açıklama İbn Abbas'a
aittir.
Nihayet Musa kendisini
davet edenin yanına ulaştı. Ona durumunu başından sonuna kadar anlattı. Bu
şahıs: "Korkma! O zalimler topluluğundan kurtuldun" diyerek onu
teselli etti. Medyen, Firavun krallığının sınırları dışında idi. Önüne yemek
getirdi, Musa: Yemem dedi. Çünkü biz dinimizi yeryüzü dolu altın karşılığında
dahi olsa satmayız. Şuayb: Bu senin bize davarları sulamanın bedeli değildir.
Fakat misafirlerime ikram etmek, onlara yemek yedirmek benim ve benim
atalarımın adetidir, deyince Musa yemek yedi.
5- icare Akdi
Toplumsal Hayatın Bir Zorunluluğudur:
"İkisinden biri
dedi ki: Babacığım onu ücretle tut" buyruğu icare akdinin onlar arasında
meşru ve bilinen bir akit olduğuna delildir. İcare aynı şekilde her dinde
böyledir. İnsanlar için bir zorunluluktur, insanların birlikte bir arada yaşama
maslahatının bir gereğidir. Bu akdi işitmekten yana sağır gibi duran el-Asam'ın
muhalefetine rağmen bu böyledir.
6- Velinin, Kızı ile
Evlenilmesini Teklif Etmesi:
" ... Bu iki
kızımdan birini sana nikah edeyim, istiyorum" ayeti şunu göstermektedir:
Veli erkeğe kızı ile evlenmesi teklifinde bulunabilir. Bu uygulanagelmiş bir
sünnettir, işte Medyen'in o salih zatı kızını İsrailoğullarının salih zatına
teklif etti. Ömer b. el-Hattab kızı Hafsa'yı Ebu Bekir ve Osman'a teklif etti.
Kendisini Peygamber (s.a.v.)'e adamış olan hanım aynı şekilde peygamberin
kendisiyle evlenmesi teklifinde bulundu. Buna göre adamın velisi olduğu kızı
teklif etmesi, hanımın kendisini salih bir erkeğe teklif etmesi, selef-i salihe
uymak suretiyle bunu yapması güzel bir şeydir.
İbn Ömer dedi ki: Hafsa
dul kalınca, Ömer, Osman'a: Eğer istiyorsan sana Ömer'in kızı Hafsa'yı nikahlayabilirim
... demişti. Bu hadisi Buhari tek başına rivayet etmiştir.
7- Velayet Altındaki
Kızı Evlendirme Hakkı Velisine Aittir:
Bu ayet-i kerimede nikah
yetkisinin veliye ait olduğuna, kadının bu konuda herhangi bir hak sahibi
bulunmadığına delil vardır. Çünkü Medyen'deki o salih zat bu işi üstlenmiştir.
Çeşitli bölgelerin fukahası da bu görüştedir. Ancak bu hususta Ebu Hanife
muhalefet etmiştir. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
8- Babanın Bakire
Kızını Evlendirme Yetkisi:
Bu ayet-i kerime babanın
buluğa ermiş bakire kızını onun görüşünü almadan evlendirebileceğine delil
teşkil etmektedir. Malik bu görüşü benimsemiş ve bu ayeti delil göstermiştir.
Bu, bu hususta güçlü bir delildir. Onun bu ayeti delil göstermesi İsrailoğullarına
dair (bizim nasslarda yer alan) haberleri (Şer'u men kablena: Bizden
öncekilerin şeriatini) dayanak almış olduğunun delilidir. Daha önceden geçtiği
gibi.
Bu meselede Şafii ve pek
çok ilim adamı da Malik'in görüşündedirler. Ebu Hanife ise şöyle demektedir:
Küçük kız buluğa erdi mi artık hiçbir kimse onun rızası olmadan onu
evlendiremez. Çünkü artık o mükellefiyet sınırına ulaşmış bulunmaktadır. Eğer
buluğa ermemiş küçük ise, o takdirde onun rızasını almadan onu evlendirebilir.
Zira küçüğün izin ve rızasının olmadığı hususunda görüş ayrılığı yoktur.
9- Nikah Akdinde
Kullanılabilecek Lafızlar:
Şafii mezhebine mensub
ilim adamları " ... sana nikah edeyim istiyorum" buyruğunu nikah
akdinin tezvic (evlendirme) ve inkah (nikahlama) lafızları ile yapılabileceğine
delil göstermişlerdir. Rabia, Ebu Sevr, Ebu Ubeyd, Davud ve -bu hususta ondan
gelen farklı rivayetler olmakla birlikte- Malik de bu görüşü benimsemişlerdir.
Maliki mezhebine mensub
ilim adamlarının meşhur görüşü ise, nikah akdinin her türlü lafız ile
gerçekleşeceği şeklindedir.
Ebu Hanife dedi ki:
nikah akdi eb edi olarak temliki gerektiren herbir lafız ile gerçekleşir.
Bu ayet-i kerimede
Şafiilerin lehine delil teşkil edecek bir taraf yoktur, Çünkü bu bizden
öncekilerin şeriatidir (şer'u men kablena) Onlar ise -mezheblerinde meşhur olan
görüşe göre- hiçbir hususta bunu delil kabul etmezler.
Ebu Hanife, onun
mezhebine mensub ilim adamları, es-Sevri ve el-Hasen b, Hayy de şöyle
demişlerdir: Nikah eğer akde şahit tutulmuş ise hibe ve daha başka lafızlarla
akd olur, Çünkü boşama da sarih ve kinaye lafızlarla gerçekleşir. İşte nikah da
böyledir demişlerdir. Yine onlar derler ki: Peygamber (s.a.v.)'ın
"hibe" lafzı ile özellikle kastettiği nikah değil, bud'un (kadının
erkeğe helal olmasının) herhangi bir menfaatten uzak olmasıdır. Bu hususta
İbnu'l-Kasım da onlara uyarak şöyle demiştir: Şayet baba kızını nikahlamak
maksadı ile hibe edecek olursa, Malik'ten bu hususta herhangi bir şey bellemiş
değilim -ama, kanaatime göre bu alış-veriş gibi caizdir.
Ebu Ömer b, Abdi'l-Berr
de şöyle demektedir: Sahih olan görüş şudur: Nikah lafzı ile herhangi bir malın
hibesi akdi gerçekleşmeyeceği gibi, hibe lafzı ile de hiçbir nikah akdi
gerçekleşmez, Aynı şekilde nikah akdinin sarih ifadelerle yapılması lazımdır ki
hakkında şahitlik söz konusu olabilsin, üstelik nikah talakın zıddıdır, nasıl
ona kıyas edilebilir? Fukaha nikahın (babanın):
Sana mübah kıldım, sana
helal kıldım, gibi sözlerle akd olmayacağını ittifakla kabul etmişlerdir, hibe
de böyledir. Peygamber (s.a.v.) da: "Siz onların iffetlerini Allah'ın
kelimesi ile kendinize helal kılmış oldunuz," diye buyurmuştur, Burada
kastettiği Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an-ı Kerim'de ise hibe lafzıyla nikah
akdinin yapılacağına dair bir işaret yoktur. Kur'an-ı Kerım'de bulunan
evlendirmek ve nikahtır. Nikahın hibe lafzıyla olabileceğini kabul etmek de
Peygamber (s.a.v.)'ın hususiyetini kısmen de olsa iptal etmek söz konusudur.
10- Şuayb (a.s.)'ın
Yaptığı Teklif miydi? Yoksa Akit miydi?:
"Bu iki kızımdan
birini" buyruğu onun bu sözlerinin akit olmayıp, bir arz (teklif) olduğuna
delildir. Çünkü bu bir akit olsaydı, üzerinde akit yapılanın tayin edilmesi
gerekirdi. Çünkü ilim adamları her ne kadar: Ben sana şu iki kölemden birisini
şu fiyata satıyorum demesi halinde satışın caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf
etmiş iseler de; nikahta böyle bir şeyin caiz olmayacağını ittifakla kabul
etmişlerdir. Çünkü böyle bir şey muhayyerliktir, nikahta ise herhangi bir
muhayyerlik söz konusu olmaz.
11- Nikah ile ilgili Dört
Husus:
Mekki dedi ki: Bu ayet-i
kerimede nikaha dair bir takım hususlar söz konusudur. Zevcenin tayin
edilmemesi, sürenin başının tahdid edilmemesi, icarenin mehir olması, mehir
olarak herhangi bir nakit ödemeden gerdeğe girmesi bunlardandır.
Derim ki: işte bunlar
onbirinci başlığın kapsamına giren dört husustur:
Birinci Husus: Zevcenin
Tayin Edilmesi: Bu meselelerin ilki zevcenin tayin edilmesi meselesidir. ilim
adamlarımız derler ki: Tayin göründüğü kadarıyla bu husustaki görüşmelerin
ikinci aşamasında söz konusu olmuştur. Önce genel olarak ona durumu arzetmiş,
bundan sonra tayine geçilmiştir. Şöyle denilmiştir: O (Şuayb) Musa'ya küçük
kızı Safuriya'yı evlendirdi. Ebu Zerr'den de şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Rasulullah (s.a.v.) bana
dedi ki: "Sana Musa iki süreden hangisini tamamladı diye sorulacak olursa,
sen de onların en hayırlısını ve en tam olanını, diye cevap ver. (Eğer iki
kızdan hangisi ile evlendiği sorulacak olursa, küçüğü ile de. Onun arkasından
gelen ve: "Babacığım onu ücretle tut. Çünkü senin ücretle tuttuklarının en
iyisi, kudretli ve emin bir kişidir" diyen de odur."
Denildi ki: Büyük kızdan
önce küçük kız ile onu evlendirmesindeki hikmet -büyük kızın evliliğe ihtiyacı
daha fazla olmakla birlikte- Musa'nın küçük kıza meyledeceğini beklediğinden
dolayıdır. Çünkü haberci olarak ona gönderdiğinde, o kızı görmüş idi. Babasına
gelince, onunla beraber yolda yürümüştü. Eğer ona büyük kızını teklif etmiş
olsaydı, belki o da bu tercihi kabul eder görünürdü ama içinde de başka bir kanaat
gizliyor olabilirdi. Daha başka açıklamalar da yapılmıştır. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
el-Kuşeyrı'nin
naklettiğine göre bazı haberlerde büyük kız ile evlendiği de bildirilmiştir.
ikinci Husus: Sürenin
Başlangıcının Belirtilmesi: Sürenin başlangıcının belirtilmesine gelince,
ayet-i kerimede bunun ortadan kaldırılmasını gerektiren bir husus yoktur.
Aksine burada kendisinden sözedilmemiştir. Ya bu süreyi tesbit etmişlerdir, ya
etmemişlerdir. Etmemişlerse, akdin başlangıcından itibaren süre de başlamış
demektir.
Üçüncü Husus: icare
Karşılığında Nikah: İcare karşılığında nikaha gelince, bu ayet-i kerimeden
açıkça anlaşılmaktadır. Bu bizim şeriatın da kabul ettiği bir husustur. Hadis
imamlarının rivayet ettiği ve ezberlemiş olduğu Kur'an-ı Kerim'den başka hiçbir
şeyi bulunmayan hadiste meydana gelen olay da budur. Bu hadisin rivayet
yollarından birisinde şöyle denilmektedir: Rasülullah (s.a.v.) ona (erkeğe)
"Kur'an'dan neleri ezbere biliyorsun?" diye sorunca, o da: Ben Bakara
Süresi ile ondan sonraki sureyi biliyorum, demişti. Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Sen buna yirmi ayet-i kerime öğret. Bu senin hanımın
olmuştur."
İlim adamlarının bu
mesele hakkında üç farklı görüşü vardır: Malik böyle bir akdi mekruh görmüş,
İbmı'l-Kasım kabul etmemiş, İbn Habib ise caiz görmüştür. Aynı zamanda bu
Şafii'nin ve mezhebine mensub ilim adamlarının görüşüdür. Bunlar derler ki: Hür
bir kimsenin sağlayacağı menfaatin mehir olması caizdir. Elbise dikmek, bina ve
Kur'an öğretmek gibi.
Ebu Hanife dedi ki:
Böyle bir şey sahih olmaz. Bununla birlikte kölesinin hanımına bir sene süreyle
hizmet etmesi yahutta kendi evinde bir sene onu yerleştirmesi karşılığında o
hanım ile evlenmesi caizdir. Çünkü köle ile ev birer maldır. Ancak kendisinin
bizzat hanımına hizmet etmesi ise mal değildir.
Ebu'l-Hasen el-Kerhi
dedi ki: İcare lafzı ile nikah akdi caizdir. Çünkü Yüce Allah: "Onlara
ecirlerini (mehirlerini) veriniz" (en-Nisa, 24) diye buyurmaktadır.
Ebu Bekr er-Razi dedi
ki: Böyle bir akit sahih olmaz, çünkü icare geçici bir akittir. nikah ise ebedi
bir akittir, dolayısıyla bu iki akit birbirine aykırıdır.
İbnu'l-Kasım dedi ki: Bu
şekilde yapılan bir akit gerdeğe girilmeden önce fesh olur, fakat gerdeğe
girildikten sonra da sabit kabul edilir.
Esbağ dedi ki: Eğer bununla
birlikte nakit bir şeyler verecek olursa, bunda görüş ayrılığı vardır. Şayet
hiçbir nakit vermezse bu daha da ağırdır, eğer tamamen terkedecek olursa Şuayb
(a.s) kıssasının delil olarak kabul edilmesi ile her durumda akit geçerli olur.
Bunu Malik, İbnu'l-Mevvaz ve Eşheb söylemiştir.
Böyle bir olayda
müteahhir ve mütekaddim alimlerinden bir topluluk bu ayet-i kerimeyi dayanak
kabul etmektedir. İbn Huveyzimendad dedi ki: Bu ayet-i kerime icare akdi üzere
nikahı ve bu akdin sahih olduğunu, bununla birlikte icarenin mehir kabul
edilmesinin mekruh olduğunu, mehrin de Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi
bir mal olması gerektiği hükümlerini ihtiva etmektedir: ''İffetinizi koruyup,
zinaya sapmaksızın mallarınızIa (nikahlanma yolunu) aramanız size helal
kılındı.'' (Nisa, 24) Bizim mezhebimize mensub bütün ilim adamlarının kabul
ettikleri görüş budur.
Dördüncü Husus: Mehir
Olarak Nakit Verilmeden Gerdeğe Girilirse: (Mekki'nin): "(Mehir olarak)
nakit vermeksizin gerdeğe girmesi" sözüne gelince, bu hususta insanlar
arasında görüş ayrılığı vardır. Acaba o akit yaptığı zaman mı gerdeğe girdi,
yoksa yolculuğa çıktığı zaman mı? Şayet akdi yaptığı sırada nakit (mehir)
vermiş ise nakit olarak ne verdi? Kaldı ki bizim ilim adamlarımız çeyrek dinar
dahi olsa, nakit olarak bir şeyler vermeden gerdeğe girmeyi kabul
etmemişlerdir. Bu İbnu'l-Kasım'ın görüşüdür. Eğer nakit bir şeyler ödemeden
gerdeğe girerse geçerli olur. Çünkü mezhebimize mensub müteahhir ilim adamları
şöyle demişlerdir: Mehrin kısmen veya tamamen peşin verilmesi müstehabtır. Bu
da şu hususa binaendir: Eğer mehir koyunları otlatmak ise, işe başlamak onun
için nakit ödeme gibi olur. Şayet yolculuğa çıktığı vakit gerdeğe girmiş ise, o
zaman nikahta uzun süre beklemek caizdir. İsterse -şart koşmaksızın- ömür boyu
olsun, eğer şart koşulacak olursa maksadın sahih olması hali dışında caiz
olmaz. Gerdeğe girmek için hazırlanmak yahut eğer zevce küçük ise gerdeğe
girişe elverişli olmasını beklemek gibi. İlim adamlarımız bunu böylece ifade
etmişlerdir.
12- icare ve Nikah
Akitleri Bir Arada Yapılabilir mi?:
Bu ayet-i kerimede icare
ve nikah akitlerinden bir arada söz edilmektedir. Bu hususta ilim adamlarımızın
üç farklı görüşü vardır. Birinci görüş Ebu Zeyd'in ''semaniye'' sinde şöyle
denilmektedir: Baştan beri bu şekilde bir akit yapmak mekruhtur, şayet
yapılırsa geçerli olur.
İkinci görüş; Malik ve
meşhur rivayete göre İbnu'I-Kasım dediler ki: Böyle bir akit caiz olmaz,
duhulden önce de sonra da fesh olur. Çünkü birbirinden farklı diğer akitlerde
olduğu gibi bu iki aktin maksatları da farklıdır.
Üçüncü görüş Eşheb ve
Esbağ bunu caiz kabul etmişlerdir. İbnu'l-Arabi dedi ki: Sahih olan budur,
ayet-i kerime de buna delalet etmektedir. Malik de şöyle demiştir:
Alış-verişlere en çok benzeyen şey nikahtır. Peki icare ile satış ya da satış
ile nikah arasında ne gibi bir fark vardır?
Şayet hanımına mehir
olarak mübah olan bir şiir öğretmeyi tesbit edecek olursa, bu sahih olur.
el-Müzeni dedi ki: Şairin şu beyiti buna örnektir: "Kul benim menfaatim,
benim malım der, Halbuki Allah korkusu elde ettiği menfaatlerin en
üstünüdür."
Şayet hiciv ya da çirkin
sözler ihtiva eden bir şiir öğretmeyi mehir olarak verecek olursa, bu ona şarab
ya da domuzu mehir olarak vermeye benzer.
13- Akitlerde
Zikredilmesi Gereken Hususlar ile Zikredilmesi Zorunlu Olmayan Hususlar:
Yüce Allah'ın:
"Sekiz yıl bana hizmet etmen üzere" buyruğunda "hizmet"den
mutlak olarak sözedilmiştir. Malik dedi ki: Böyle bir ifade ile akit caizdir.
Mutlak, örfe göre yorumlanır, ayrıca hizmet sırasında yapılacak işleri ismen
zikretmeye gerek yoktur. Musa (a.s)'ın kıssasının zahirinden anlaşılan budur. O
burada mutlak olarak icareden sözetmektedir.
Ebu Hanife ve Şafii
derler ki: "İsmen zikredilmedikçe caiz olmaz, çünkü bu meçhuldür."
Buhari ise: Yüce Allah'ın: 'Sekiz yıl bana hizmet etmen üzere' buyruğu dolayısı
ile bir işçiyi ücretle tutup da ona süreyi açıklamakla birlikte yapacağı işi
açıklamayacak olursa (hükmün ne olacağına dair) bir bab" diye bir başlık
açmıştır.
el-Mühelleb dedi ki:
Ancak durum Buhari'nin açtığı başlıkta belirttiği şekilde değildi. Çünkü onlara
göre yapılacak iş sulamak, tarlayı sürmek, davarları otlatmak ve buna benzer o
çölde yaşayan ahalinin yaptıkları işler türünden olup kendilerince bilinen
işlerdi. Böyle şeyler örf ile bilinir. Yapılacak işler ismen sayılmasa ve
miktarları belirtilmese dahi örf yoluyla bunların neler oldukları bellidir.
Mesela ona: Sen senenin şu kadar zamanında araziyi süreceksin, senenin şu
kadarında koyun otlatacaksın, demesine gerek yoktur. Çünkü bu, bu gibi
yerlerdeki hizmetlerde alışılagelmiş bir şekildir. Herkesin ittifakla caiz
kabul etmediği, akit süresinin belli olmaması, yapılacak işin de alışılmadık ve
meçhul olması halidir. Bu husus(lar) bilinmedikçe böyle bir (icare) akdi caiz
olmaz.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Tefsir bilginlerinin zikrettiklerine göre o Musa (a.s)'a koyun otlatmayı açıkça
tayin etmiştir. Ancak bu sahih bir yolla rivayet edilmiş değildir. Fakat şöyle
demişlerdir: Medyenli salih zatın koyun otlatmanın dışında yapılacak bir işi
yoktu. Dolayısıyla onun halinin bu yönünün bilinmesi, bu hususta yapılacak
hizmetin tayin edilmesi gibidir.
14- Çobanlık için
icare Akdinde Belirtilmesi Gereken Hususlar:
ilim adamları ittifakla
şunu kabul etmişlerdir: Bir kimsenin belli aylar, belli bir ücret ve sayıları
belli koyunları otlatmak üzere bir çobanı ücretle tutması caizdir. Eğer bu
koyunların sayıları belli ve muayyen ise mezhebimize (Maliki mezhebine) mensup
ilim adamlarımızın konu ile ilgili etraflı görüşleri vardır. ibnu'l-Kasım dedi
ki: Şayet koyunlardan ölen olursa, onun yerine o sayıda koyun eklemeyi şart
koşmadıkça caiz olmaz. Ancak bu oldukça zayıf bir rivayettir. Medyenli salih
zat, Musa'yı koyunlarını otlatmak üzere ücretle tutmuş, o da koyunların
miktarını görmüş olmakla birlikte, ölenlerin yerine başkalarının katılması
şartı koşulmamıştır. Şayet koyunların sayısı belirli olmayıp mutlak bırakılmış
ve tayin de edilmemişse, böyle bir akit mezhebimiz ilim adamlarına göre
caizdir.
Ebu Hanife ve Şafii'ye
göre ise; bu hususta bilgisizlik dolayısıyla caiz olmaz, demişlerdir.
Mezhebimize mensup ilim adamları az önce belirttiğimiz üzere bu hususta örfü
dayanak kabul etmişlerdir ve ona gücünün kaldırabileceği kadar (koyun) verilir.
ilim adamlarımızdan kimisi şunu da ilave etmiştir: ücretle çoban tutan kimse,
çobanın gücünün miktarını bilmedikçe caiz olmaz. Bu sahih bir görüştür, çünkü
Medyen'li salih zat, taşı kaldırması suretiyle Musa (a.s)'ın kuvvetinin
miktarını bilmiş idi.
15- Sürüden Telef
Olursa, Çoban Tazminat Öder mi?:
Malik dedi ki: Çobanın
tazminat ödeme yükümlülüğü yoktur. Telef olan yahut çalınanlar hususunda onun
sözü doğru kabul edilir. Çünkü çoban da vekil gibi emin bir kimsedir. Buhari:
"Çoban yahut vekil ölmekte olan bir koyunu yahut telef olacak bir şeyi
görüp de bozulacağından korkulan şeyi düzeltirse" diye bir başlık açtıktan
sonra; Ka'b b. Malik'in babasından nakletmiş olduğu şu hadisi kaydeder:
"Kendilerinin Sel' dağında otlayan koyunları vardı. Bizim (çobanlık yapan)
cariyemiz koyunlarımız arasından birisinin ölmek üzere olduğunu gördü. Bir taş
kırıp o taşla onu kesti. (Babam) onlara: Peygamber (s.a.v.)'e soruncaya -ya da
Peygamber (s.a.v.)'e soracak kimse gönderinceye- kadar yemeyin, dedi. O da
Peygamber (s.a.v.)'e sordu -ya da ona birisini gönderdi-o Peygamber ona o
koyundan yemeyi emretti. Abdullah dedi ki: Bunun hem bir cariye olması, hem de
koyunu kesmiş olması benim hayret ettiğim bir husustur.
el-Mühelleb dedi ki: Bu
hadisteki fıkhi inceliklerden birisi de şudur: Çoban ve vekil kendilerine
emanet olarak verilmiş hususlarda -hainlik ettiklerine ya da yalan
söylediklerine dair aleyhlerinde bir delil ortaya konulmadıkça- sözleri doğru
kabul edilir. Malik'in ve bir fukaha topluluğunun görüşü budur.
İbnu'l-Kasım dedi ki:
Bir koyunun öleceğinden korkar da onu boğazlayacak olursa, koyunu kesilmiş
olarak getirmiş olması halinde tazminat ödemez ve söylediği tasdik edilir.
Başkası ise: Söylediğini beyyine ile açıklamadığı sürece tazminat öder,
demişlerdir.
16- Çoban Sürüdeki
Koyunlara Koç Katarsa:
Çoban eğer sürüdeki
koyunlara sahiplerinin izni olmaksızın koç katıp da bu koyunlar telef olursa,
İbnu'l-Kasım ve Eşheb'in bu hususta farklı kanaatleri vardır. İbnu'l-Kasım bu
durumda çobanın tazminat ödemesi gerekmez, der. Çünkü koyunlara koç katmak,
malı ıslah etmek ve onu arttırmak kabilindendir. Eşheb ise tazminat ödemesi
gerekir, demiştir. Ka'b'ın hadisi delil olarak İbnu'l-Kasım'ın görüşüne daha
uygundur ve bu durumda -eğer salih kimselerden ve malı koruduğu bilinenlerden
ise- içtihadı ile telef olanlar dolayısıyla tazminat ödemesi gerekmez. Şayet
fasık ve fesad ehli kimselerden olup mal sahibi onun tazminat ödemesini
isteyecek olursa, bunu da yapabilir. Çünkü onun fasık olduğu bilindiğinden
dolayı, bir koyunun ölmekte olduğunu gördüğüne dair söylediği sözleri doğru
kabul edilmez.
17- Musa (a.s)'ın
Aldığı ücret:
Müsa (a.s)'ın aldığı
ücretin ne olduğu nakledilmemiştir. Fakat Yahya b. Sellam'ın rivayetine göre
Medyenli salih zat, annesinden farklı bir renkte doğan herbir keçiyi Müsa'ya
verecekti. Yüce Allah da Müsa'ya sen asanı onların arasına bırak o koyunların
hepsi kendilerine benzemeyen farklı renklerde yavru yapacaklardır, diye
vahyetti.
Yahya'dan başkaları da
şöyle demiştir: Siyah ve beyaz renkli doğacak her yavruyu ona vereceğini
söyledi. Hepsi de siyah beyaz yavrular doğurdu.
el-Kuşeyrı'nin
naklettiğine göre Şuayb (a.s), Müsa (a.s)'ı ücretle işçi tutunca ona şöyle
dedi: Filan odaya gir ve o odada bulunan asalardan birisini aL. Müsa bir asa
çıkardı, bu asayı Adem cennetten çıkartmıştı. peygamberler biribirlerinden
miras olarak bu asayı devralmışlar ve nihayet Şuayb'ın eline geçmişti. Şu ayb o
asayı odaya bırakıp bir başka asa almasını emretti. Yine içeri girdi, tekrar
aynı asayı çıkarıp getirdi. Bu iş yedi defa tekrarlandı, yedi defasında da
eline bu asadan başka bir asa geçmiyordu. Şuayb, Müsa (a.s)'ın özel bir
durumunun olduğunu anladı.
Uyeyne b. Hısn'ın
rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Musa karın
tokluğuna ve iffetini korumak üzere kendisini ücretle çalıştırdı."
Şuayb ona: Bu
koyunlardan iki renkli doğan bütün yavrular -aralarında azuz, feşuş, kemuş,
dabub ve saul olmamak üzere- senin olacaktır.
el-Herevi dedi ki: Azuz,
sert arazi demek olan el-azaz'dan alınmıştır. Az süt veren demektir.
Feşuş ise, sağılmaksızın
sütü akan demektir. Buna sebeb ise memelerinin deliklerinin geniş olmasıdır.
el-fetuh ve es-serur da bu anlamdadır. Arapların darb-ı mesellerinden birisi de
şudur: Senin öfkeni ve kibrini başından çıkartacağım."Kırbanın içindeki havayı
boşalttı" denilir.
Şu hadis de bu
kabildendir: "Şüphesiz şeytan sizden herhangi birinizin kaba etleri
arasında hava çıkartır; ta ki o kişi kendisinin abdestini bozduğunu zanneder.
Yani çok cılız bir üfleme üfler demektir.
el-Kemuş memeleri küçük
demektir, kemışe de denilir. Bu ismin verilmesi ise memelerinin büzülmüş
olmasından dolayıdır. "Belden aşağı sardığı elbisesi büzülü adam"
tabiri de buradan gelmektedir. Keşud da kemuş gibidir.
ed-Dabub ise meme
uçlarındaki deliği dar demektir. ed-Dabb da şiddetle sıkmak suretiyle süt
sağmak demektir.
es-Saul memelerinde
fazladan uç bulunan koyun demektir, es-sa'l da denilir. es-Sa'l aynı zamanda
yaşlılık anlamındadır. Bu fazlalığa da "er-rual" denilir. "Es'al
adam" yaşlı adam demektir. Es'al aynı zamanda sütün çıkış yerinin dar
olması anlamındadır. el-Herevi dedi ki: "İki renkli (kalibu levn)"
tabiri bu rivayette annelerinden farklı renkte doğarlarsa ... anlamındadır.
18- Bilinmeyen Bedel
Karşılığında icare:
Bilinmeyen bedel
karşılığında icare caiz değildir. (Yukarıda sözü edilen) koyunların doğumu
malum olan bir şey değildir. Verimli bazı yerlerde kat'i olarak koyunların
doğumu, bunların sayısı, yavrularının sağlıklı olup olmayışları bilinebilir.
Mısr diyarı ve benzerlerinde olduğu gibi. Bununla birlikte bu bizim
şeriatimizde caiz değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) gararlı akitleri
yasaklamıştır. Aynı şekilde medamin ve melakih diye bilinen akit şekillerini de
yasaklamıştır. Medamin dişilerin karnındaki yavrular, melakih ise erkeklerin
sulblerindekilerdir. Şair ise şu mısraında bunun aksini dile getirmiştir:
"Yaşlı ve hamile dişi devenin karnında o aşılanmıştır."
Buna dair açıklamalar
el-Hicr Suresi'nde (22. ayet, 5. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.
Bununla birlikte Raşid b. Ma'mer üçte bir ve dörtte bir koyun karşılığında
icareyi caiz kabul etmiştir. İbn Sirin ve Ata da şöyle demişlerdir: Bir kumaş
ondan alınacak belli bir pay karşılığında dokunabilir. İmam Ahmed de böyle
demiştir.
19- Nikahta Kefaet
(Denklik).'
Nikahta kefaete (denkliğe)
itibar edilir. İlim adamları bu kefaet acaba dinde, malda ve konum (haseb)de
midir? yoksa bunların birisinde midir? Sahih olan mevali erkeklerin Arap ve
Kureyş'e mensub kadınları nikıhlamasının caiz olduğudur. Çünkü Yüce Allah:
"Şüphesiz ki Allah'ın katında sizin en şerefliniz, en takvalı
olanınızdır" (el-Hucurat, 13) diye buyurmaktadır. Musa (a.s) da Medyenli
salih zatın yanına yabancı, kovulmuş, korkan, yalnız, aç ve çıplak olarak
geldiği halde; onun dininden kesinlikle emin olup onun halini görünce, kızını
ona nikahladı ve bunun dışındaki herbir şeyden yüz çevirdi. Yüce Allah'a
hamdolsun ki; bu mesele daha önceden etraflı bir şekilde geçmiş bulunmaktadır.
20- Veli Mehirden Ayrı
Olarak Kendisi Adına Mali Bir Ödeme isteyebilir mi?:
Bazı ilim adamları şöyle
demiştir: Şuayb (a.s)'ın yaptığı bu akitte kadının alacağı mehirden söz
edilmemektedir. O sadece bedevilerin yaptığı şekilde kendisi adına şart
koşmuştur. Çünkü bedeviler evlendirecekleri kızlarının mehirlerini şart
koşarken şöyle de derler: özel olarak bana şu kadar verilecektir. Burada mehir
tefviz edilmiştir. Tevfiz nikahı da caizdir.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Bedevilerin yaptıkları bu iş aslında bir çeşit ikramiye ve mehirden ayrı bir
şeydir. Bu ise haramdır ve peygamberlere yakışmaz. Ancak veli kendisi adına bir
şeylerin verilmesini şart koşacak olursa, ilim adamları kocanın elinden çıkıp
kadının eline girmeyen malların hükmü hakkında iki ayrı görüş ortaya
atmışlardır. Bir görüşe göre bu caizdir, diğerine göre ise caiz değildir. Bana
göre sahih olan ise, bu hususta duruma göre hükmün değişeceğidir. Şöyle ki
kadın ya bakiredir, ya duldur. Eğer dul ise bu caizdir, çünkü dul kadının
nikahı kendi yetkisindedir. Veli ise sadece akdi doğrudan yapan kişidir.
Vekilin satış akdi dolayısıyla bir ücret alması caiz olduğu gibi, burada da
ücret alması yasak kabul edilemez. Şayet evlenecek olan bakire ise bu durumda
onun nikah akid yetkisi babasının elindedir. Sanki bu durumda nikah esnasında
kocadan başkası için bir ivaz söz konusu edilmiş gibidir ki, bu da batıldır.
Şayet böyle bir şeyolursa, eğer henüz gerdeğe girilmemişse fesh olur. Bu
husustaki meşhur rivayete göre gerdeğe girildikten sonra ise bu fazlalık sabit
olur. Hamd, Allah'a mahsustur.
21- Akitte İttifakla
Kabul Edilen Şartlarla isteğe Bağlı Şartlar:
Medyenli salih zat şartı
zikrettikten sonra on yılda da onu serbest bırakmak suretiyle herbirisinin
hükmü ayrıca tesbit edilmiş olmaktadır. Sonraki şart birinci şartın hükmünü taşımaz
ve zorunlu şart ile isteğe bağlı şart hükümde ortak olmaz. Bundan dolayı
akitlerde ittifakla kabul edilen şartlar yazıldıktan sonra, bunlar da isteğe
bağlı şartlardır, denilir. Böylelikle ittifakla kabul edilen şartlar
hükümlerine göre değerlendirilir, isteğe bağlı olan şartlar da hükümlerine göre
değerlendirilir. Bu yolla yerine getirilmesi zorunlu olan şart ile isteğe bağlı
şart birbirinden ayrılmaktadır.
Denildiğine göre, Şuayb
(a.s)'ın akitlerde kullanılan lafızlar arasında nikah ile ilgili olarak
kullandığı lafız güzeldir. Buna göre; "Ben bu erkeği, bu kadına
nikahlıyorum" ifadesi; "Bu kadını, bu erkeğe nikahlıyorum"
ifadesinden daha uygundur. İleride el-Ahzab Süresi'nde (49. ayet, 1. başlıkta)
geleceği üzere Şuayb (a.s) sekiz yıllık hizmeti şart, ona kadar tamamlamayı da
isteğe bağlı bırakmıştır.
22- Hz. Musa'nın
Şartları Kabulü ve Yüce Allah'ın Şahit Tutulması:
"Dedi ki: Bu
seninle benim aramdadır. İki vadeden hangisini bitirirsem aleyhime bir
düşmanlık olmasın" buyruğunda görüldüğü gibi; Şuayb (a.s)'ın sözleri
bittikten sonra, Musa (a.s) bu şartları kabul ettiğini belirtip, ittifak olunan
şartın sekiz yıllık sürede söz konusu olduğunu belgelemek suretiyle Şuayb'ın
koştuğu şartın anlamını tekrarlamış olmaktadır.
"Hangisi"
istifham (soru) edatı olup, "bitirirsem" ile nasb edilmiştir.
"İki va'deden" anlamındaki buyruk da; "Hangi" lafzının
onlara izafeti dolayısıyla mecrurdur. Ondan sonraki (...) ise te'kid için bir
sıladır. Bunda şart manası vardır, cevabı da "aleyhime bir düşmanlık olmasın"
anlamındaki buyruktur. "Düşmanlık" anlamındaki lafız da;
"Olmasın" ile nasbedilmiştir.
İbn Keysan dedi ki:
(...); ona (...)'ın izafe edilmesi dolayısıyla cer mahallindedir ve nekredir.
"İki vade" ise ondan bedeldir. Şanı Yüce Allah'ın: "Allah'tan
bir rahmet sayesinde ... "(Al-i İmran, 159) buyruğunda da böyledir. Yani
burada "rahmet" (...)'dan bedeldir.
Mekki dedi ki: O (İbn
Keysan) Kur'an-ı Kerim'de herhangi bir lafzın zaid olmadığını göstermeye çokça
dikkat ederdi ve herbir lafız için zaid olmadığını ortaya koyacak uygun bir
açıklama bulurdu.
el-Hasen:
"Hangisini" anlamındaki buyruğu "ya" harfini sakin olarak;
(...) diye okumuştur. İbn Mes'ud da: "iki vadeden hangisini
bitirirsem" anlamındaki lafızları; (...) diye okumuştur.
Cumhur "bir düşmanlık"
anlamındaki lafzı; (...) şeklinde "ayn" harfi ötreli olarak
okumuşlardır. Ebu Hayve ise bunu esreli okumuştur. Anlam da şudur: Bu süreye
fazlalık katmak konusunda benim herhangi bir sorumluluğum yoktur ve benden
böyle bir talepte bulunulamaz. "Udvan" farz olmayan hususlardaki
haddi aşmaktır. "el-Hicec" da yıllar demektir. Şair der ki:
"Hicr'in yüksekçe yerlerindeki yurtlar kimindir? Yıllardan ve uzun
zamandan beri oralar bomboş ve kuraktır."
Tekili "ha"
harfi esreli olarak "hicce" diye gelir.
"Allah da bu
söylediğimize vekildir." Denildiğine göre bunlar Musa'nın söylediği
sözlerdendir. Bu sözü hanımın babası söylemiştir de denilmiştir.
O iki salih zat
-Allah'ın salat ve selamları üzerlerine olsun- yaptıkları bu akde Allah'ı şahit
tutmakla yetindiler ve insanlardan kimseyi şahit tutmadılar. Nikahta şahit
tutmanın gereği hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır ki; bu da
bir sonraki başlığımızın konusudur.
23- Nikahta Şahit
Tutmanın Hükmü:
Nikahta şahit tutmanın
vacip olup olmadığı hususunda iki görüş vardır.
Bu iki görüşten birisine
göre iki şahit olmadıkça nikah akdi olmaz. Ebu Hanife ve Şafii bu görüştedir.
Malik ise nikah akdi şahitsiz olur demiştir, çünkü bu karşılıklı bir ivaz
akdidir. Dolayısıyla bu akitte şahit tutmak şartı yoktur, fakat bunda ilan ve
açıklama şartı aranır. nikah ile zina arasındaki fark ise tef çalmak (ilan
etmek)dır. Bu mesele yeterli açıklamalarla el-Bakara Suresi'nde (221. ayetin 2.
bölümü ile ilgili açıklamaların 9. başlığında) geçmiş bulunmaktadır.
Buhari'deki rivayete
göre de Ebu Hureyre şöyle demiştir: İsrailoğullarından birisi,
İsrailoğullarından birisinden kendisine bin dinar borç vermesini istedi. Ona
bana, onları şahit tutacağın şahitler getir deyince, borç isteyen:
Şahit olarak Allah yeter
dedi. Bu sefer: Bana bir kefil getir, dedi. Borç isteyen, kefil olarak Allah
yeter dedi. O da: Doğru söyledin deyip, ona bin dinarı verdi. Sonra da hadisin
geri kalan bölümünü zikretti.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN